Sakallı Celâl Bir Garip adam

“Bu kadar cehalet ancak tahsille mümkündür.” Bu ve buna benzer pek çok özlü sözün sahibi Sakallı Celâl. Ne yazık ki, ardında hiçbir yazılı eser bırakmadığından bu sözleri ancak tanıkların, tanışıkların gözlem ve duyumlarından aktarabiliyoruz. Salt akıl dolu sözleriyle değil ama, yaşantısıyla, duruşuyla, ödünsüz, müdanasız tavrıyla başlı başına “sivil” bir karakter Sakallı Celâl. Bugünlerde çokça eksikliğini hissettiğimiz, doğru bildiğinden asla şaşmayan idealist aydın tipinin en saygın örneklerinden biri. İkbal değil kendini arayan münzevi bir bilge. Sabahattin Ali’den Melih Cevdet’e, İlhan Selçuk’tan Haldun Taner’e birçok yazarın zihninde yer etmiş, menevişli hikâyesiyle bir garip adam.

Sakallı Celal Kimdir?

1886-1962 yılları arasında yaşayan Sakallı Celal, 2. Abdülhamid dönemi Bahriye Nazırı Amiral Hüseyin Hüsnü Paşa’nın oğludur, Galatasaray Lisesi’nden 1907 yılında mezun olmuştur.

Yaşıtları oyuncaklarla oynarken o kendi kendine harfleri öğrenerek ev halkını şaşkına çevirir. İlkokul çağında konaktaki odasından çıkmaz, durmadan Deniz Lisesine giden ağabeylerinin kitaplarını okur. Babasının “henüz yaşın küçük” demesine rağmen, Fransızca dersleri alır ve kısa sürede mükemmel Fransızca öğrenir.

Dönemin en iyi eğitim veren okuluna, Galatasaray Lisesi’ne, 1896 yılında başlar. Fransızcası çok iyi olduğundan hazırlık okumaz. Derslerinde olağanüstü başarılar elde eder. Burada geçirdiği 11 yıl; özgür, bağımsız, aydınlanmacı kişiliğinde çok etkili olur. Okulunu bitirdiğinde, muhteşem bir Fransızcası ve elinde her kapıyı açan Galatasaray diploması vardır. Basit memurluklarda gözü yoktur.

Tevfik Fikret Galatasaray Lisesine müdür olunca bu dahi adamı elinden kaçırmaz ve okulda öğretmenlik yapmasını sağlar. Nazım Hikmet gibi birçok gence ders verir. Öğrencilerine, “Koridorda asılı olan ceket benimdir. Cebinde param var. İhtiyacınız kadarını alabilirsiniz” demektedir. Bir süre sonra Devlet, Fransızcası kuvvetli 35 genci sınavla Fransa ve İsviçre’ye yüksek öğrenim için gönderir. Bunlardan biri de Celal’dir; Sorbonne’da Siyaset Bilimi okumaya başlar. Ailesine mektup yazarak devlet büyüklerinden Makine Mühendisliğine geçmesini sağlamalarını, kabul edilmezse kendi paraları ile okutmalarını rica eder ama aile bunu reddeder. “Devlet neyi uygun görmüşse onu tahsil et’’ cevabını alır. Bir daha asla kesmemek üzere o gün sakalını uzatmaya başlar.

Fransa’nın en büyük yazar, şair ve düşünürleriyle fikir alışverişinde bulunur. Hür beyni daha da aydınlanır. “Devletin parasını yediğimiz yeter’’ deyip diploma almadan ülkesine döner. Üsküp’e Fransızca öğretmeni olarak gönderilir. Burada öğrenciler ve halk kendine hayran kalır. Kendi parasıyla okulun önüne futbol sahası yaptırır. Fransa’dan toplar getirtir. Öğrencilere don ve fanila diktirir. Futbolu öğretir.

İstanbul’a döner. Trablusgarp’ta Mustafa Kemal ve askerlerinin zor durumda olduğunu öğrenir. Bir tekneye mühimmat doldurup yola çıkar. Fakat yolda İngiliz devriye teknesi yollarını kesince arkadaşlarının “silahımız var vuruşalım’’ fikrine karşı çıkar; “silahları değil aklımızı kullanacağız.’’ Muhteşem dili ve siyasi bilgisi ile İngiliz komutanına bu silahları Fransızlara direnen Tunuslu mücahitlere götürdüklerine inandırır ve Mustafa Kemal’e ulaştırır. Silâh altına alınmak ister ama “ülkeye öğretmen lazım’’ denilerek Kastamonu Lisesi’ne Fransızca öğretmeni olarak gönderilir. Fakirlik, hastalık ve cehaletin olduğu bir dönemdir. Şehirde frengi vardır, bununla mücadele eder. Öğrencilere yabancı dilin yanı sıra tarih ve hayat bilgisi dersleri verir.

Görevden alınır, İzmit Lisesi’ne gönderilir. Burada büyük şair Yusuf Ziya Ortaç ile tanışır. Ölümünden sonra Ortaç; “Celal beyin cenazesine gitmedim. İnsan kendi tabutunun arkasından yürüyebilir mi?” diyerek dostluklarının büyüklüğünü gösterecektir.

Sakallı Celal buradan Ankara Lisesi’ne müdür yardımcısı olarak atanır. Burada da öğrencilerine sürekli aydınlanmayı, akıllarını kullanmayı ve hurafelerden uzak durmaları gerektiğini öğütler. “Çocuklar evlerinde ve camide din öğrenebilir ama Fransızca öğrenemez’’ diyerek din dersi saatini azaltarak Fransızca derslerini arttırır. Okulun lağımı taşar, kimse ilgilenmeyince kendisi açar. Koskoca müdür yardımcısı bu işi yapar mı diye ona işten el çektirirler. Sakallı Celal tepki olarak diğer gün bir boyacı sandığı bulur ve okulun önünde öğrencilerinin ayakkabısını boyar. Mevzuatı delerek Türkiye’de ilk kez İstanbul’dan bir bayan öğretmen getirtir ve atamasını yaptırır. Çok büyük tepki alır. Bakanlıktan bir yazı gelir. Yazıda “Yükseköğrenimde öğrenci boşluğu olduğundan son ve bir önceki sınıfların durumlarına bakılmaksızın mezun edilmesi gerektiği’’ yazmaktadır. Hiç beklemeden burası “boyacı küpü’’ değil diyerek bir daha dönmemek üzere öğretmenlikten istifa eder…

Aydın’a incir fabrikasına işçi olarak gider. Fabrika yönetimine ve üreticilere incir ve üzüm tarımının geliştirilmesini, taşınmasını, kurutulmasını ve paketlenmesini modern tekniklerle öğretir. Fransızca bilen, muhteşem silah kullanan ve fabrikanın karmaşık makinelerini tamir edebilen bu adam aranan biri haline gelir ve “ustabaşı’’ olur. İşçilere okuma yazma ve Fransızca öğretir. Fabrika sahibine modern teknikleri, çiftçilere ise kooperatifleşmeyi öğretir. Hasta bir işçi ve fakir bir köylüye maaşını verdiği için Komünist diye şikayet edilir. Polis evini basar, evde Komünizme ait belgeleri bulamayınca yerini sorar. Sakallı Celal kafasının içini göstererek “İşte burada’’ diye cevap verir. Duvardaki Marks portresi içinse “dedemdir” der. Fabrikada sağ işaret parmağı makineye sıkışır ve ucu kopar. Soranlara “O zaten komünist parmağımdı bir şey olmaz’’ cevabını verir. Birgun hakkındaki iftiralardan bunalır ve evindeki bütün eşyaları işçilere dağıtıp bir çuval kitapla Ankara’ya döner. Oradan da İstanbul’a…

İstanbul’da onu tanıyan dönemin en büyük şair, yazar, avukat ve kalburüstü aileleri evlerine sohbetini dinlemek için davet ederler. Çünkü muhteşem bilgisi ve konuşma yeteneği vardır. Çöpçülerin aldığı maaşı düşük bulur. Bunu protesto etmek için Vali konağının önünü süpürmeye başlar. O sırada oradan Rasih Nuri İleri ile hocası Prof. Kerim Erim geçmektedir. O günü İleri şöyle anlatır; “Hocam, Profesör Kerim Erim bir anda fırlayıp yerleri süpüren sakallı bir çöpçünün elini öpmeye başladı…’’

Sakallı Celal Maddi sıkıntı çekse de hayatı boyunca kimseden para yardımı kabul etmez. Elinde büyüyen Mehmet İsvan çok zengin bir iş adamı olur. Hocasına hesap açar fakat öldükten sonra tek bir kuruşuna dokunmadığını görür. Hayatı boyunca hiç sigara ve alkol kullanmaz. “Türkiye, doğuya yol alan bir geminin güvertesinde batıya koşan insanların ülkesidir” ve “Bu ülkede ilgililer bilgisiz, bilgililer ilgisizdir.” sözleri ona aittir. 
1962 yılında hayata gözlerini yummadan önce vasiyetinde; “Mustafa Kemal’i seviyorum. Ona olan güçlü özlemimle ölüyorum. Onu öpmek, koklamak isterdim” der. Kaynak olarak kullandığım “Sakallı Celal’’ isimli eserin yazarı Orhan Karaveli şöyle diyor; “Tek isteği vardı Sakallı Celal Beyin, Türkiye’nin Atatürk’ün yolundan giderek aydınlık günlere ulaşması…”

Sakallı Celal namıyla bilinen Celal Yalınız aslında hepimizin tanıdığı bir düşünür, bir filozof. Nereden mi tanıyoruz? Bir çoğumuzun sıklıkla alıntıladığı ve kullandığı sözlerin söyleyenidir kendisi. Sözlerinden bazıları şunlardır:

“Türkiye’de aydın geçinenler Doğu’ya doğru seyreden bir geminin güvertesinde Batı yönünde koşturarak Batılılaştıklarını sanırlar.”

“Bu ülkede ilgililer bilgisiz, bilgililer de ilgisizdir.”

“Bu kadar cehalet ancak tahsille mümkün olur.”

“Meşrutiyeti getirdik olmadı, cumhuriyeti kurduk olmadı. Biraz ciddiyete ne dersiniz?”

“Bir kızın tıraşlı bir erkeği güzel zannetmesi hazindir…”

“İnsanoğlunda zeka, midyedeki inci gibidir. Hepsinde bulunmaz”

“Hiç bir yoğurtçunun yoğurt olduğu görülmediği gibi, hiç bir Türkçünün de Türk olduğu görülmemiştir.”

Fransızca bilir, sağlıklı, güçlü, hazırcevap, espirili, kültürlü, bekar, bakımsız, derbeder, titiz, babacan, ütopik sosyalist meczup… Evinde yapılan bir arama da polis duvarda duran Karl Marx portresini sorunca “Rahmetli Babam” diye cevaplamıştır. Öğretmenlik yapmış, Aydın’da incir fabrikasında çalışmış çöpçülerin ücretini az bularak protesto amacıyla çöpçülükte yapmıştır. Paraya pula hiç önem vermemiştir. Öyle ki Galasaray Lisesi’ndeki öğretmen vekilliği döneminde çocuklara askıdaki ceketini göstererek ‘Parası biten cebimden alabilir’dermiş.

Sakallı Celal yazılı bir eser bırakmamıştır. Yakın arkadaşları arasında Yusuf Ziya Ortaç, Ahmet Haşim, öğrencim de dediği Nazım Hikmet, Ordinaryüs Matematik Profesörü Ali Yar, Haldun Taner ve Ali Sami Yen; çevresindekiler arasında Nurullah Ataç, Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, Kazım Taşkent gibi çeşitli isimler ile Melih Cevdet Anday, Orhan Veli gibi pek çok şair ve yazar yer alır. Hakkında tüm bilgi ve belgeleri yazar Orhan Karaveli tarafından yazılmış olan ” Sakallı Celal – Bir ‘Bilinmeyen Ünlü’nün Yaşam Öyküsü ” kitabında bulabilirsiniz. Şimdi Orhan Karaveli, Haldun Taner ve Nazım Hikmet Ran’ın kaleminden Sakallı Celal’i biraz tanıyalım.

“…Sakallı Celâl, 1886 yılının kazma kürek yaktırdığı bir Mart gününde Miralay Hüseyin Hüsnü Paşa ve Ayşe Melek Hanımın üçüncü oğlu olarak dünyaya gelir. çevresine biraz tepeden bakan annesi ile Celâl’in yıldızı hiç barışmaz. Çocukken annesinin ‘paşa hanımı’ tavırlarına sinirlendiği için makam faytonunda kendini arabacı askerin yanına atıp, annesini utandırırdı. Zaten sonraları annesi için “askerler, babama selam durduklarından daha çok anneme selam dururlardı! Benim annem Abdülhamit’in dişisidir” diyecektir. Aynı Ayşe Melek Hanım, Celâl devlet bursu ile Fransa’ya siyaset bilimi okumaya gittiğinde, oğlundan gelen “devlet katında bölümü ile ilgili değişiklik ricasında bulunması” isteğine “devlet neyi uygun görmüşse onu tahsil et… onlardan daha iyi mi bileceksin?” cevabını vermiştir, o günden sonra Celâl Bey, o meşhur sakalını koyverip bir daha da kesmemiştir.

Sakallı Celâl yaşı geldiğinde ailesince Mekteb-i Sultani’ye, bugünkü adıyla Galatasaray Lisesi’ne 110 numara ile kaydedilir. o vakitten sonra ne o Sultani’den ne de Sultani ondan vazgeçer. Liseyi bitirdiğinde Fransa’ya üniverisite eğitimi için gittiyse de tamamlayamadan geri döner…

…Celâl bey, o dönem için ‘fazla geniş’ vizyonu, ileri görüşlülüğü ile tahmin edileceği gibi dokuz köyden kovulur. Öğretmenliğe başladığındaki ilk görev yeri Üsküp’te öğrencilerden bir futbol takımı kurduğunda, şeytan icadı oyun yüzünden ‘komünist’ olarak nitelendirilir ve görevden alınır. Sonrasında gittiği Kastamonu’da öğrencilerine hurafelere inanmamaları yönünde verdiği öğütler nedeniyle sakıncalı ilan edilerek yine görevden alınır. Ankara Sultanisi’nde din derslerini azalttığı ve erkek öğrencilere bayan öğretmen atadığı için uyarılır. Devlet memuru olamayacağını anlayıp çareyi Aydın’da incir fabrikasında çalışmakta bulan Celâl, burda da rahat edemez. İşçilere yardım ettiği gerekçesiyle komünist olduğu düşünülür ve evi basılır. Kitapları ve eşyaları talan edilen sakallı Celal, polise ne aradıklarını sorunca “Fakir işçilere yardım ediyormuşsun! Yani komünistmişsin! Biz de bunun belgelerini arıyoruz” yanıtını alır. Celâl bey, işaret parmağıyla kafasını göstererek “aradıklarınız burada” yanıtını verir. bir başka gün, taşıdığı ruhsatlı silahına el konduğunda, silah taşıma nedeni olarak “bu polis eskiden padişahın ve hilafetin polisiydi. ‘Padişahım çok yaşa’ diye bağırmayanları yakalayıp zindana tıkardı. Düpedüz zulüm aracıydı emrinde olduğu padişah ve hilafetin. Şimdi devran değişti, Cumhuriyet ilan olundu ve bu polis Cumhuriyet’in polisi olup çıktı. İyi de ben bu polise nasıl güvenebilirim? Yarın birileri punduna getirse bir kez daha ‘hilafetin polisi’ olmayacakları ne malûm? o nedenle ben bu silahı gerektiğinde Gazi Paşa’yı ve Cumhuriyet’i korumak için taşıyorum” der…

…Sakallı Celâl, hayatı boyunca kimseden yardım almaz. Rivayete göre gösterişli görünmemek adına bilerek eskittiği paltosu, içine kitaplarını doldurduğu çuvalı ve ‘özgürlük’ olarak nitelendirdiği sakalıyla kendi yağı ile kavrulur. Dönemin tüm düşünür, yazar ve profesörleri tarafından el üstünde tutulur. Rasih Nuri, hocası olan profesör Kerim Erim ile birlikte yürürken, Erim’in yoldaki bir çöpçünün elini öptüğünü ve bu kişinin Sakalı Celâl bey olduğunu söyler… (Alıntı: Orhan Karaveli)

“…Celal bey, bahriye mektebi nazırı Hüseyin Hüsnü Paşa’nın oğlu ve Mekteb-i Sultani mezunu olduğunu sık sık unutup ve unutturup herhangi bir sokaktaki adam kişiliğine bürünmekten çok zevk alırdı. Ankara vapurunun ünlü süvarisi şefik kaptan bana ön güvertede halatları saran sakallı bir çımacının kendisine Lamartin’in ‘le lac’ şiirini ezbere okuduğunu anlatmıştı. Bu kadar güzel Fransızca bilen bu çımacıyı o güne kadar hiç görmediği için baş çarkçıya sormuş, o da bu sakallı zatın İstanbul’dan İzmir’e biletsiz gitmek için boğaz tokluğuna çımacılık yapmak istediğini anlatmıştı. Celal bey’in, istese bu kadarcık parayı dostlarından borç alması işten değildi. ama öyle esmiş, öyle yapmıştı. böyle oyunlara bayılırdı…” (Alıntı: Haldun Taner (Kitaplık, Şubat 2003))

“…on beş, on altı yaşlarındayken baudelaire’i aslından okurdum. Bir gün bizim orada, Göztepe’de, Baudelaire’i okuya okuya yolda yürüyorum, Sakallı Celal karşıdan geliyormuş, ben farkında değildim, dalmış gitmişim kitaba. Bana yaklaşınca: ” okuduğun o kitap ne senin ? ” diye sorunca kaldırdım başımı baktım, o. Gösterdim kendisine kitabı. Baktı, baktı yüzüme. Ben o zaman suratı çil içinde sapsarı bir oğlandım. ” Sen büyük adam olursun oğlum !! ” dedi ve yürüdü gitti. Büyük adam olamadık ama Baudelaire’in bir çok şiirleri aklımızda kaldı…”(Alıntı: Nazım Hikmet Ran)

Sakallı Celâl 1962’de beyin kanamasından hayata veda eder. Mezar taşında kimsenin bilmediği ama soyadıyla Celâl Yalınız ve “Bahçıvan bir gül için bin dikene katlanır” yazılıdır.

Yazar Orhan KARAVELİ tarafından yazılan Sakallı Celal Kitabını okumanızı tavsiye ederiz.

Kaynak: https://dunyalilar.org/sakalli-celal-bir-eski-zaman-kahramani.html/

Hakkında G. KELEŞ

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlenmelidir *

*

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.